Efenim öncelikle hepiniz yazımı okumaya hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Bendeniz Umut Tellioğlu. Bu yazıda Postmodernizm ve tiyatrodan bahsedeceğim.
Google Amcanın arama çubuğuna “Postmodernizm nedir” yazdığınızda karşımıza çıkan şey “Yazında ve daha çok da mimarlıkta, modernizm sonrası ortaya çıkan türlü yönelişlere verilen ad.” cümlesi oluyor ve altına da ekliyor bu kelimenin kökeninin Fransızca olduğunu. Her ne kadar güvenilir bir kaynak olmasa da konu hakkında aşağı yukarı fikir edinebileceğimiz Vikipedi'de ise diyor ki “Postmodernizm, modernizmin sonrası ve ötesi anlamında bir tanımlama olarak kullanılmaktadır ve modern düşünceye ve kültüre ait temel kavram ve perspektiflerin sorunsallaştırılması ile ve hatta bunların yadsınması ile yürütülmektedir.”
Tabi bunlar daha çok kitabî bilgiler, okurken sıkılabilir insan. Basitçe açıklarsak bizim bu modern dediğimiz şey var ya, postmodernizm onun da yenisi. Modernin daha da modernleştirilmiş hâli. Şimdi diyeceksiniz ki “E zaten modern kelimesi yeni kelimesini az çok karşılıyor, ne diye bir daha bunun üzerine bir kelime üretme çabasına girişilmiş?” Haklısınız efenim. Ama bir de şöyle düşünmeye davet ediyorum sizleri; biz insanlık olarak zamanında yeni olan ve gelenekseli kıran bir şeylere modern dedik, peki biz bir yerden sonra çıkan her şeye modern dersek ilk modern dediğimiz şeyler ne olacak? Yani bunlar eskimeyecek mi? Biz neden eski şeylere modern demeye devam edelim?
Postmodernizmin ilk defa nerede ortaya çıktığını sorarsak cevap olarak 1960'larda New York'lu sanatçıları gösterebiliriz. 1970'lerde Avrupa'ya taşınıp orada başta Nietzsche olmak üzere daha da geliştirilmiştir. Düşünce olarak mimaride, plastik sanatlarda ve yazın alanında etkili olmuştur. Yaşam biçimi olarak da benimsenen postmodernizm, modernizm sonrası, ona ek olarak ele alınır. Varlığını modernizme borçludur. “Postmodernizm olgusunun, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bilimsel ve zihinsel bilgi üretiminde Batıda yaşanan derin krizin, Aydınlanma filozoflarının genel çerçevesini çizdiği modern paradigmanın derin bir sarsıntı geçirmesi sonucu ortaya çıktığı söylenebilir.” diyor Dr. Yavuz Bayram 2007 yılında yayınladığı makalesinde.
Aslında postmodernizm; modernizmin sorgulanmadan, herkes tarafından kabul edilmesi gereken evrensel değerler olduğu görüşünü reddederek ortaya çıkar. Modernizmin nesnelliği karşısına kendi öznelliğini çıkarır. Modernizmdeki düzen, postmodernizmde kendini “düzenli bir düzensizliğe” bırakır. Postmodern anlatıların çoğunda kullanılan bilinç akışı, metinlerarasılık, belli bir kronolojinin olmaması bunlara örnek gösterilebilir. Çünkü postmodernizm; insanın ve insan psikolojisinin de tamamen düzenli ve nesnel olmadığını, karışık ve öznel olduğunu savunur.
Postmodernizmin ne olduğunu öğrendik, anladık. Hadi gelin şimdi postmodernizm akımının tiyatro haricindeki disiplinlerle ilişkisine. Bizim bu nadide akımımız, üstte de yazıldığı gibi, daha çok edebiyat ve mimarlık alanlarında daha çok boy göstermiş olsa da sadece bu iki alana sirayet etmekle kalmamış. Müzik, dans, resim, heykel, sinema ve tabii ki tiyatro gibi sanatın hemen her alanında etkili olmuş. Teker teker tüm sanat dallarındaki önemli temsilcileri söyleyip sizi sıkmak istemiyorum ama postmodernizm deyince aklımıza gelmesi gereken birkaç isim var: Mesela Friedrich Nietzsche. Onun döneminde yaşamış Heidegger. Andy Warhol da yine bu akıma mensup önemli kişiliklerden. Bizim sınırlarımız içinde postmodernizm deyince aklımıza gelen isimler de Oğuz Atay, Orhan Pamuk ve Yusuf Atılgan gibi isimler oluyor. Bahsettiğim bu yazarların en büyük ortak özelliği eserlerinde zaman olgusunu kırmaları. Klasik kronolojik zaman sıralamasını reddedip zamanlar arasında geçişi ve “zamansızlığı” kullanıyorlar. Aynı şekilde mekan kullanımı da diğer eserlere göre daha değişik. Mekanlar arası bağlantı daha az. Hatta ve hatta bazı durumlarda mekan kullanılmıyor bile. Ve bu yazarların hepsi yazılarında metinlerarasılık, ironi, parodi gibi teknikler kullanıyor. Genel olarak bu sebeplerden dolayı bu yazarları postmodernist yazarlar olarak tanımlanıyor.
Şimdi gelelim bizim için önemli olan kısma, postmodernizm ve tiyatro ilişkisi. Postmodern tiyatronun ne olduğuyla başlayalım dilerseniz. Mesut Günenç’ in 2017 yılında yazmış olduğu makalede kendisi postmodern tiyatroyu şöyle açıklamakta “Postmodern tiyatro, geleneksel sanat ve siyasi görüşe sert bir şekilde karşı çıkar, geleneksel drama alışkanlığını, karakteri ve içeriği reddeder. Bu geleneksel politik görüşe karşı çıkılması, postmodern tiyatronun kendi içerisinde politik bir görüş olmadığı anlamına gelmemelidir.” Kendinizi bu kavrama daha yakın hissetmeniz için ufak bir bilgi vereyim: Postmodern tiyatronun dünya üzerindeki en önemli temsilcileri aynı zamanda absürt tiyatronun temsilcileri de sayılıyorlar. Bunlar arasında en önemli isim Samuel Beckett. Samuel Beckett haricinde Harold Pinter, Tom Stoppard, Edward Bond gibi isimler de bu akımın tiyatro türündeki temsilcileri arasında. Absürt tiyatro da şu demek: Bütün kalıplara, alışılmış düzene karşı çıkan, mantık sınırlarını tanımayan, olaylar arasında bağ kurulmayan, belli bir olay-mekan-zaman dizisi olmayan ve vermek istediği mesaj yoruma açık olan tiyatro türü. Bu tanımdan yola çıkarak absürt tiyatro ve postmodern tiyatronun “kardeş” olduğunu görebiliriz.
Postmodernizmin tiyatroyla ne zaman ilgilenmeye başladığı konusunda tam bir uzlaşma olmasa da en yaygın kanı 1960-70 civarlarında olduğudur. Ve çıktığı bu dönemde de artık temsilin metinden daha önemli olmaya başladığını, asıl önemli olanın sahneyi birebir yaşamak ve onu hissetmek olduğunu vurgulamıştır. Bununla beraber olaylar arasında belli bir süreklilik olmadığı da belirtilir. Yani olaylar arasında bağımsızlık vardır ve oyunda geçen olay sadece temsil sırasında ortaya çıkar. Ayrıca postmodern tiyatro yazarları yazdıkları metinlerde metinlerarasılığı çokça kullanmaktadır. Hani şu daha önceden var olan bir metni “ödünç alıp” kendi metninde dönüştürmek için kullanılan teknik.
Son olarak da postmodern tiyatronun Türkiye’deki temsilcileri ve örneklerinden şöyle kısaca bir bahsedip yazımı sonlandıracağım. Postmodern tiyatronun yerli temsilcilerinden en önemli olanları, genel kanıya göre, Adalet Ağaoğlu, Latife Tekin, Oğuz Atay ve Sevim Burak’tır. Oğuz Atay’ın Oyunlarla Yaşayanlar adlı oyunu ve Sevim Burak’ın Sahibinin Sesi adlı oyunu, postmodern tiyatronun bu topraklardaki ilk örnekleridir. Mehmet Baydur’un 1992’de yazmış olduğu Maskeli Süvariler oyunu da buna güzel bir örnek teşkil eder. Daha yakından bir örnek olarak da 2003 yılında Behiç Ak tarafından yazılmış Fay Hattı oyununu verebiliriz. Yukarıda bahsettiğim önemli temsilcilerin oyunlarından da Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ünden bahsetmezsek olmaz. Adalet Ağaoğlu’nun da Bir Kahramanın Ölümü, Çıkış ve Kendini Yazan Şarkı gibi oyunlarını söyleyebiliriz. Son olarak ufak bir “hatırlatma”, şu sıralar ÖzÜ ODA’ da oynayan ve yakın zamanda turneye çıkan ve iyi bir postmodern tiyatro örneği olan "Kozalar" oyunu da Adalet Ağaoğlu’nun kaleminden çıkmış bir eserdir.
Sizlere postmodernizm ve tiyatro hakkında bilgiler verdim. Öncelikle postmodernizmin ne olduğuna değindim, sonrasında postmodernizmin tiyatro dışındaki disiplinlerde kullanımı ve etkisinden kısaca bahsettikten sonra geldim asıl konumuza; postmodernizm ve tiyatronun ilişkisine ve elimden geldiğince açıkladım. Okuduğunuz ve ilgi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim saygıdeğer okuyucular. Hepinize iyi günler diliyorum. Kendinize iyi bakın, hoşça kalın, Oda’yla kalın.
Yazar: Umut Tellioğlu
Editör: Hatice Kübra Yücel
Comentários